22 Haziran 2016

DERVİŞ HASAN'ın HİKAYESİ





    Genç derviş Mehmet'in Hasan isminde bir arkadaşı vardır.. Bir gün Hasan Mehmet'e; "Lütfen şeyhine sorar mısın, ben de bir derviş olabilir miyim?" der. Mehmet şeyhine bu talebi ilettiğinde şeyh cevap vermez.

   Mehmet'in üçüncü kez şeyhine başvurması üzerine Şeyh sonunda; "Arkadaşına söyle gelsin ve dergahımızda hizmet etsin. Derviş olmaya hazır olup olmadığını görelim" der.
  Hasan dergahın mutfak işlerinde ve temizliğinde çalışmaya başlar. Bir süre sonra Mehmet şeyhine arkadaşının durumunu sorar. Şeyh; "Söyle ona, gelecek hafta bayramımızda bana bir bardak su getirsin. Eğer seçkin misafirlerin huzurunda bana başarıyla hizmet edebilirse bu onun hazır olduğunun bir işareti olacaktır." diye cevaplar.



     Bayram günü yemekler yenilir, sohbetler edilir, Şeyh konuşmasına başladığında, Hasan mutfakta tedirginlik içinde çağrılmasını beklemektedir. Şeyh sonunda bir bardak su istediğini işaret ettiğinde, Hasan hemen tepsi üzerinde bir bardak su ile koşturur şeyhin karşısına ve başlar ayakta beklemeye. Karmaşık bir öykü anlatmakta olan Şeyh, bir noktayı vurgulamak için elini salladığında bardak devriliverir. Hasan, korkuyla, dehşet içinde sımsıkı yumar gözlerini. 

      Gözlerini açtığında, kendisini ormanda, bir kayanın dibinde bulur. Yürüyerek ormanın içinden geçip, bir kasabaya gelir. Rastladığı lokantadan gelen harika kokular ona birden açlığını hatırlatır. Cüzdanının yanında olmadığını bilmesine rağmen, açlığına direnemeyip güzel bir sıcak yemek söylemeye karar verir. 

      Tatlısını yiyip, keyifle kahvesini yudumlarken, masasına iyi giyimli bir adam yaklaşır. "Umarım yemeğimizi beğendiniz?" diye sorar. "Oh! Evet, herşey çok lezzetliydi. Siz lokantanın sahibi misiniz?" diye sorar Hasan, sanki cüzdanını arıyormuş gibi yaparak. "Evet" diye cevap verir adam, " ve mütevazi yemeklerimizi beğenmenize çok sevindim".

     "Cüzdanımı bulamıyorum"da diye sızlanır Hasan, "onu düşürmüş olmalıyım. Bu durumda yemeğin bedelini nasıl ödeyebilirim?"

     "Buralarda yeni olmalısınız. Herhangi birşey ödemeniz gerekmiyor. Ancak geçenlerde hayata gözlerini yuman ebeveynimin ruhu için dua edebilirseniz çok memnun olurum."

    Hasan, dükkan sahibinin ebeveyninin ruhu için dua eder. Lokanta sahibi de çok teşekkür ederek, ertesi gün yine yemeğe gelmesi için ısrarla davet  eder.

   Şaşkınlık içinde olan Hasan doymuş ve memnun bir şekilde oradan ayrılır. Havada akşam serinliği vardır. Bir terzinin önünden geçerken durur ve çok güzel bir paltoyu hayranlık içinde seyreder. Bu sırada dükkandan genç bir adam çıkıp, "Bu paltoyu beğendiniz mi?" diye sorar.

   "Çok güzel" diye cevap verir Hasan, "Ve dikişindeki incelik ve ustalığa hayran kaldım."

   "Teşekkür ederim", der genç adam. "O sizindir."

     Hasan reddetmeye çalışır, ancak terzi ısrar eder. "Siz buralardan değilsiniz, öyle değil mi?" diye sorar terzi. "Kalacak yeriniz var mı?"

     Hasan, yeri olmadığını itiraf ettiğinde, “O zaman bana bir iyilik yapabilirsiniz. Dükkanımın üzerindeki odada kalacak ve herhangi bir yangın ya da başka bir acil durum ihtimaline karşı dükkanıma göz kulak olacak birisine ihtiyacım var.”

     Hasan, yeni odasında, yeni paltosuyla, midesi lezzetli yiyeceklerle dolu, mutluluk içinde uzanmış, “Bütün ihtiyaçlarım mucizevi bir şekilde karşılandı, cennette olmalıyım.” diye düşünürken, dışarıdan hoş, neşe dolu sesler duyar. Pencereden baktığında caddenin, birbiriyle sohbet eden ve kahkahalar atan kadınlarla dolu olduğunu görür. Bir anda gözüne hayatında gördüğü en güzel kadın ilişir. Bütün gece uyku girmez gözüne. Ertesi sabah terziye gece gördüklerini anlatır.  

    “Perşembe gecesi,bizim kadınlar gecemizdir.” diye açıklar terzi. “Kasabanın kadınları o geceyi hep birlikte geçirirler ve erkekler evlerinde kalır. Birçok erkek eşlerini ilk kez bu gecelerde görmüştür. Bu gerçekleştiğinde, adetimiz o genç adamın bir Perşembe gecesi elinde yanan bir mum taşıyarak dışarıya çıkmasıdır. Genç adam bu mumu seçtiği kadına sunar ve eğer kadın da mumu kabul ederse, bu onun genç adamın teklifini kabul ettiği anlamına gelir.” 

     Geçmek bilmez bir hafta boyunca heyecanla bekleyen Hasan, perşembe akşamı, kalbini çalan o güzel kadına elinde taşıdığı mumu sunar. Kadın, mumu Hasan’ın titreyen ellerinden alır ve ona gülümser. Başka ne yapacağını bilemeyen Hasan, oradan koşarak ayrılıp, odasına sığınır. 

     Ertesi sabah Hasan hakimin makamına çağrıldığını öğrenince birden telaş ve korkuya kapılır. Acaba lokantada yediği bedava yemekler için mi, palto için mi yoksa mum için mi çağrılıyordur? 

     Hakim, haşin bakışlı, seçkin bir beyefendidir. Bakışları Hasan’ın kalbine işler. Hasan’ın bütün dehşet ve endişelerinin aksine hakim gülümseyerek; “Görünen o ki: Kızım sizin teklifinizi kabul etmiş. Onun çeyizinde bir ev ile hizmetçilere ve bir yatırım yapmanıza yetecek kadar para bulunmaktadır. Ancak kızımla evlenmeden önce, üç şartımı yerine getireceğine söz vermelisin.” der. 

     Hasan sevdiği kızın eline dokunabilmek için bile herşeye söz vermeye razıdır. “Evet, elbette. Şartlarınız nelerdir?” diye sorar. 

    “Diline, eline ve beline sahip olmaya söz vermelisin. Söz veriyor musun?” 

    “Evet, söz veriyorum.” 

    Ve Hasan evlenir. Sevdiği kadınla evlenen, zengin bir yaşam süren herkes gibi, hayattaki en mutlu insan hisseder kendini. 

    Günün birinde Hasan ve karısı geç saatlere kadar uyurken, kapı çalar. Hasan o anda bir yatırımla ilgili olarak buluşması gereken kişiler olduğunu hatırlar ve canı gitmek istemez. Karısına; “Sevgilim, bir iş randevusu vermiştim, ama şimdi bununla uğraşmak istemiyorum. Kapıdaki adamlara evde olmadığımı ve onları öğleden sonra göreceğimi söyler misin?” 

     Karısı şaşkın bir halde; “Ne? Bu adamlara ne söylememi istiyorsun?” 

    Sabırsızlanan Hasan tekrarlar, “Onlara dışarıda olduğumu ve onları ancak öğleden sonra kabul edebileceğimi söyle!” 

     Karısı, hayal kırıklığına uğramış bir halde, çabucak giyinir ve odadan çıkar. Aradan bir süre geçer ve karısı geri gelmeyince Hasan onu aramaya çıkar. Babasını ziyaret etmeye gitmiş olabileceğini düşünerek kayınpederinin evine gider. Hakim, kızgın bir şekilde “İlk sözünü tutmadın! Daha da kötüsü yalnızca kendi dilini tutmamakla kalmayıp, kızımdan bile senin için yalan söylemesini istedin. Bu affedilemez bir davranış!” 

     Hasan yalvarır, özür diler ve bunun bir daha asla olmayacağına dair söz verir. Kayınpederi merhamete gelir ve kızı da geri dönmeyi kabul eder, kısa süre içinde herşey normale döner. 

     Birkaç hafta sonra Hasan ve karısı piknik sepetlerini alarak pikniğe giderler. Karısı dinlenirken, Hasan yürüyüşe çıkar. Yolda bir meyve bahçesinin yanından geçerken dalından kopan bir şeftali, bahçe duvarının dışında büyümüş olan bir çalının üstüne düşer. Hasan şeftaliyi alır, karısına götürür ve onu dilimlemesini ister.  

     “Bunu sana birisi mi verdi, yoksa satın mı aldın?” diye sorar karısı. 

     “Hayır, onu yolda buldum. Yere düştü, ben de aldım.” 

     “Yani bu şeftaliyi sana kimsenin vermediğini ya da satmadığını mı söylüyorsun? Yalnızca onu gördün ve aldın?”

     “Evet. Yolun üstünde yerde duruyordu.” 

     Karısı ağlamaya başlar ve oradan ayrılır. Hasan eve döndüğünde, hiç kimsenin karısının eve döndüğünü görmediğini öğrenir. Birkaç saat sonra, istemeye istemeye kayınpederini görmeye gider. Hakim, daha önceki gelişinden daha da kızgındır.  

     “Sen, ikinci sözünü de tutmadın! Eline hakim olmayı da başaramadın.”

     “Ama şeftali herkesin gelip geçtiği yolda duruyordu.” Diye kendini savunmaya çalışır Hasan. 

     “Bunun önemi yok. O şeftaliyi sen yetiştirmedin, satın almadın ve onu bir hediye olarak da almadın. O senin değildi ki alabilesin.” 

     Hasan yine affedilmesi için yalvarır, yakarır. Bir daha böyle bir hata yapmayacağına söz verir ve sonunda karısı eve dönmeyi kabul eder. 

     Birkaç ay sonra, Hasan kasabanın genç kadınlarının çamaşır yıkamak üzere her perşembe günü nehrin kenarında toplandığını fark eder. Karısı çok güzel bir kadın olmasına rağmen, onun görünüşüne alışmıştır. Bu genç kadınların her biri hem güzel hem de  ayrı bir cazibeye sahiptir. Hasan her perşembe günü nehrin o bölümünden yürüyerek geçmeyi adet haline getirir ve her geçen hafta o bölgede, genç kadınların güzel vücutlarını seyretmek için daha fazla duraksamaya başlar.  

     Bir perşembe günü, Hasan genç kadınları gözetlemek için bir çalının arkasına sinmiş beklerken, birisi ensesinden yakalayarak onu ayağa kaldırır. Bu iri yarı bir askerdir. Adam onu tutup kayınpederinin makamına götürür. 

     Hakim, Hasan’a soğuk bir ifadeyle bakar. “Üçüncü sözünü de tutmadın! Her ne kadar düşünce ve duygularını fiiliyata dökmemiş olsan da, aklında kızıma karşı sadakatsiz davrandın.” diyerek, muhafıza “Onu götür, geldiği yere geri at!” diye emreder. Muhafız Hasan’ı sürükleyerek ormanı geçirir ve kayanın kıyısına gelip aşağıya fırlatır. Hasan dehşet içinde gözlerini kapatır. 

     Gözlerini açtığında, Şeyhin huzurunda ve elinde devrilmiş bardak olan tepsiyi tutarak ayakta beklemektedir. 

     Şeyh ona doğru eğilir ve fısıldar; 
“Gördüğün gibi, henüz hazır değilsin!” 

3 yorum: