( Bir Amerikan gazetesinden alıntıdır.)
Hugo Chavez, 1998’de ilk kez aday olup ‘petrolün parasını ülkenin yöneticilerine ve bir avuç zengine değil halka yedireceğim’ dediğinde bu,
yolsuzluklardan bıkmış yoksul halkın kulağına müzik gibi geldi. Yüzde 56 oy ile devlet başkanı seçildi. İlk yıllarında ılımlı merkez sol politikalar yürüttü. Farklı politik kesimlerden isimleri de çeşitli görevlere atadı. Yabancı yatırımcıları ülkesine yatırıma davet etti. Fakat gücü arttıkça kendisine başka bir rota çizmeye başladı. 2005 yılında ‘21’nci yüzyıl sosyalizmi’ adını taktığı ve ‘Chavismo (Çavizm)’ diye anılan yönetim felsefesini ilk kez açıkladı. Aslında tam bir sosyalizm de değildi bu. Özel şirketler ekonomik faaliyetin büyük kısmını yürütüyordu ama bu özel şirketler, devletten tamamen bağımsız değildi. Birçoğunun arkasında Chavez ve adamları vardı.
yolsuzluklardan bıkmış yoksul halkın kulağına müzik gibi geldi. Yüzde 56 oy ile devlet başkanı seçildi. İlk yıllarında ılımlı merkez sol politikalar yürüttü. Farklı politik kesimlerden isimleri de çeşitli görevlere atadı. Yabancı yatırımcıları ülkesine yatırıma davet etti. Fakat gücü arttıkça kendisine başka bir rota çizmeye başladı. 2005 yılında ‘21’nci yüzyıl sosyalizmi’ adını taktığı ve ‘Chavismo (Çavizm)’ diye anılan yönetim felsefesini ilk kez açıkladı. Aslında tam bir sosyalizm de değildi bu. Özel şirketler ekonomik faaliyetin büyük kısmını yürütüyordu ama bu özel şirketler, devletten tamamen bağımsız değildi. Birçoğunun arkasında Chavez ve adamları vardı.
Chavez, Ulusal Kalkınma Fonunu (FONDEN) kurdu ve bu kamu şirketinin bünyesinde topladığı hiçbir şeffaflığı olmayan fonlarla, ülkenin milyarlarca dolarlık gelirinin nasıl harcanacağının tek belirleyicisi oldu. FONDEN 11 yıl önce kurulduktan sonra petrolden gelen milyarlarca doları, semt havuzu inşaatlarından, Rus savaş jetleri almaya kadar, sadece Chavez’in kişisel onayına dayanan ve hiçbir parlamento denetiminden geçmeyen yüzlerce projeye akıtmaya başladı. Öyle ki, sosyalist yönetimin 2008 krizinde batacak Wall Street ikonu Lehman Brothers’a bile önemli oranda para yatırdığı sonradan ortaya çıkacaktı. Fon, 2012 yılında ülkenin tüm kamusal yatırım harcamalarının yarısını yapar hale gelecek kadar büyüdü. Sadece 2005-2012 arasında en az 100 milyar dolardan fazla parayı hiçbir ekonomik getirisi olmayan, çoğu yarı inşaat olarak kalan ölü yatırımlara gömdü. Fonden’in toplamda ne kadar para harcadığını bilmek ise mümkün değil. Muhalifler bu fona, tek bir imza ile milyar dolarları istediği yere aktarıp kimseye hesap vermek zorunda olmaması nedeniyle, ‘Chavez’in kumbarası’ adını taktı.
Ülkenin parası üzerinde kendinden önceki hiçbir devlet başkanının sahip olmadığı bu denetimsiz yetkiyi seçimlerde bir avantaja dönüştürdü. Paradan küçük bir bölümü, daha önce hiç yatırım görmemiş varoşlara ve kırsal kesimlere akıttı. Ancak istihdam yaratıcı kalıcı çözümler getiren yatırımlar olarak değil. Doğrudan azar azar nakit para dağıtma üzerine kurulu bir sistem. Bundan dolayı ‘Chavez’in rüşvet fonu’ da deniyor. Elbette, yoksul bölgelere bugüne kadar görülmemiş hastane ve okul gibi tesisler de yapıldı. Art arda açılışı yapılan bu binalardan dolayı, sadece muhalifler değil tarafsız analistler bile 2010’lu yıllarda bugünleri haber verdiğinde Venezuela halkının büyük bölümü doğal olarak onlara inanmıyordu. FONDEN’in kurduğu hastanelerden birinde tedavi olurken 2012’de Reuters’e konuşan 58 yaşında bir Venezuelalı, ‘Chavez’in ülkenin parasını çarçur ettiği bir yalan. Gerçek olsaydı böyle hastanelerimiz olabilir miydi?’ diye tepki gösteriyordu örneğin…
Petrol, 1990’ların sonunda bile Venezuela’nın toplam ihracat gelirinin yüzde 80’inden azını oluştururken bugün yüzde 96’sına ulaşmış durumda. 2010’a kadar petrol parası akarken fark edilmeyen bu sorun, ham petrol fiyatı ciddi oranda düşünce günyüzüne çıktı. Ülke hiçbir şey üretmiyordu neredeyse herşeyini ithal ediyordu. Hiçbir ekonomi bilgisi olmayan Maduro döneminde kriz daha da belirginleşti. Örneğin, yoksulların alım gücünü korumak iddiasıyla birçok perakende ürüne tavan fiyat zorunluluğu getirildi. Fiyat etiketleri, yoksullara uygun bir düzeyde kaldı. Ama tabii ki bu bir seraptı. Raflarda hükümetin belirlediği düşük fiyat etiketleri yer aldı ama malların kendisi kayboldu. Tuvalet kağıdından temel gıda maddelerine kadar her şey, tezgah altında kara borsada satılıyor artık. Venezuela, 2017 ilk çeyreği itibarı ile yüzde 700’lerdeki oranıyla dünyanın en yüksek enflasyonunu yaşıyor. Hükümet, işlerini yürütebilmek için durmadan karşılıksız para basıyor. Bunun sonucu olarak da Venezuela parası son iki yılda yüzde 93 değer kaybetti. İnsanlar parayı sırt çantasında taşıyor.
Hükümette tek bir ekonomist bakan bile yok. Maduro’nun ekonominin başına atadığı bakan, ‘enflasyon diye bir olgunun varlığını bile kabul etmiyor’. Doğal olarak bu bakana göre para basmanın enflasyonu azdırması söz konusu değil. Ülkenin acil krediye ihtiyacı var ancak dünyada hiçbir kurum ve ülke, yüksek riskten dolayı Venezuela’ya kredi vermiyor. 60 milyar dolara yakın borçlanılan Çin de artık sadece ülkenin petrol zenginliği üzerinde uzun vadeli önemli imtiyazlar karşılığında yeni kredi verebileceğini belirtiyor.
( devam edecek )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder